İnsanoğlu çevreyle baş etmekte aklına dayanmaya ilk başladığı zamandan beri, mükemmel bir belleğe sahip olmak bireyleri güçlü ve saygın kılmıştır. ' Belirli insanların gerçekleştirdikleri şaşırtıcı anımsama başarıları o denli etkileyici olmuştur ki o insanlar efsaneleşmiştir.
YUNANLILAR. Bellek ile ilgili bütünleşmiş fikirlerin ilk nerede ve ne zaman ortaya çıktığını söylemek zordur. Ancak ilk ustalıklı kavramların İsa'nın doğumundan altı yüzyıl evvel Yunanlılara atfedilebileceğini söylemek makul olur.
Şimdi geçmişe bakınca, özellikle onları ileri sürenlerin dünyanın tanıdığı en büyük düşünürler arasında olduğunu düşününce, bu "ustalıklı" fikirlerin şaşırtıcı ölçüde saf olduğu görülüyor.
Milattan önce altıncı yüzyılda Parmenides belleğin, aydınlık ve karanlığın veya soğuk ve sıcağın karışımı olduğunu düşündü. Herhangi belirli bir karışım bozulmazsa, belleğin mükemmel olacağını düşündü. Karışım değiştirildiği anda unutma başlıyordu.
M.Ö. 5. yüzyılda Apollonia'lı Diogenes farklı bir teori geliştirdi. Belleğin, bedende eşit hava dağılımı yaratan olaylardan oluşan bir işlem olduğunu ileri sürdü. Parmenides gibi o da, denge bozulduğunda unutma olacağını ileri sürdü.
Umulabileceği gibi, bellek konusunda gerçekten büyük fikirleri ortaya koyan ilk kişi dördüncü yüzyılda Eflatun oldu. Onun teorisi Mum Yazıt hipotezi olarak bilinir ve bugün giderek karşı çıkanlar olmasına rağmen bazı insanlarca hâlâ kabul edilmektedir. Eflatun'a göre, aklın izleri kabul etmesi tıpkı mumun yüzeyinde sivri bir cisim dolaştırıldığında izlerin oluşması gibi oluyordu. Eflatun, w kez iz oluştuktan sonra zamanla silinene kadar kaldığını, silindikten sonra tekrar düzgün bir yüzey bıraktığını düşündü. Bu düzgün yüzey Eflatun'un tamamıyla unutma olarak değerlendirdiği şeydi - diğer işlemin tam zıttı. Daha sonra anlaşılacağı üzere, şimdi çoğu insan bunların gerçekte oldukça farklı iki işlem olduğunu düşünüyor.
Eflatun'dan kısa bir süre sonra Stoiklerden Zeno, Eflatun'un fikirlerini bir miktar değiştirerek duyumların, mum yazıtın üzerinde izleri gerçekte "yazdığım" ileri sürdü. Zeno akıldan veya onun belleğinden söz ederken onu bedenin belirli bir organına veya bölümüne yerleştirmedi: "akıl" çok gevşek ve belirsiz bir kavramdı. M.Ö. 4. yüzyılın sonlarında daha bilimsel bir teminolojiyi ilk başlatan Aristo oldu. Daha evvel kullanılan dilin, belleğin fiziksel yönlerini açıklamakta yeterli olmadığını ileri sürdü. Aristo yeni dilini uygularken bizim haklı olarak beyne bağladığımız fonksiyonların çoğunu kalbe bağladı. Kalbin fonksiyonlarının bir kısmının kan ile ilgili olduğunu fark etti ve belleğin kanın hareketlerine dayandığını düşündü. Unutmanın bu hareketlerin derece derece yavaşlamasının sonucu olduğunu düşündü.
Aristo, fikirlerin birbirlerine bağlantılı olmalarıyla ilgili yasalarını açıkladığında, bellek konusundaki düşüncelere önemli katkıda bulundu. Fikirlerin ve imgelerin birbirilerine bağlantılı olma kav; ramı, belleğin en önemli unsurlarından olduğu şimdi yaygın olarak kabul edilmektedir.
M.Ö. 3. yüzyılda Herophilus "yaşamsal" ve "hayvansal" ruhlar tartışmasını açtı. Teorisine göl re yüksek-düzey ruhlar, belleğin, beynin ve sinil sisteminin dahil olduğu düşük-düzey ruhları ürer
bellekteydi. Tüm bunların kalbe nazaran ikincil dececede önem taşıdığını düşündü.
İnsanın hayvanlara üstünlüğünün nedenlerinlen birinin beyindeki büyük sayıdaki girinti çıkıntıların olduğunu Herophilus'in ileri sürmesi ilginçtir. (Bu girinti çıkıntılar şimdi beyin kabuğunun kıvrımları olarak bilinmektedir.) Gözleminin gerçek olmasına rağmen, Herophilus bu kanısının sebeplerini açıklamadı. Ancak iki bin yıl sonra, on dokuzuncu yüzyılda beyin kabuğunun gerçek önemi keşfedildi.
Özetle, Yunanlılar şu önemli katkıları yaptılar: Belleğe ruhsal değil, fiziksel temel arayan ilk onlar oldu; bilimsel kavramlar geliştirdiler ve bu kavramların gelişmesine yarayacak dil yapısı geliştirdiler; anımsamanın ve unutmanın aynı işlemin zıt yönleri olduğunu savunan Mum Yazıt hipoteziyle katkıda bulundular.
ROMALILAR. Şaşırtıcıdır ki Romalıların katkıları asgari düzeyde idi. O zamanın büyük düşünürleri, M.Ö. birinci yüzyılda Cicero, M.S. birinci yüzyılda Quintilian, Mum Yazıt bellek kavramını sorgulamadan kabul ettiler ve bu konuyu pek fazla ileri götürmediler.
En büyük katkıları bellek sistemlerinin gelişiminde oldu. Bağlantı sistemi ve oda sistemi fikrini ilk ileri süren onlar oldu.
HIRİSTİYAN KİLİSESİNİN ETKİLERİ. Belleğe Skin fikirlerin ilerlemesinde Romalılardan sonra
en büyük katkıyı M. S. ikinci yüzyılda büyük bir doktor olan Galen yaptı. Çeşitli anatomik ve fizyolojik yapıların yerlerini belirledi ve çizimlerini yaptı, ayrıca sinir sisteminin fonksiyon ve yapısıyla ilgili araştırmaları ilerletti.
Son Yunanlılar gibi o da bellek ve zihinsel işlemlerin daha düşük düzey hayvansal ruhların parçası olduğunu kabul etti. Bu ruhların beynin yanlarında üretildiğini ve dolayısıyla belleğin de burada yerleşik olduğunu sandı.
Galen, havanın beyin tarafından emildiğini ve yaşamsal ruhlarla karıştığını sandı. Bu karışım hayvansal ruhlar yaratıyor, bu ruhlar sinir sistemine doğru aşağı itiliyor, hissetmemizi, tatmamızı ve benzeri şeyleri sağlıyordu.
O zamanlar büyük etkinliği oluşmaya başlamış olan Kilise, Galen'in fikirlerini çabucak kabul etti ve göz yumdu. Onun fikirleri doktrin oldu ve dolayısıyla bin beş yüzyıl bu sahada çok az ilerleme yapıldı. Bu zihinsel baskı, felsefe ve bilimin yarattığı en büyük akıllardan bazılarını boğmuştur.
M.S. dördüncü yüzyılda Aziz Augustine, Kilisenin fikirlerini kabul etti ve belleğin, fiziksel olarak beyinde konumlanmış olan ruhun fonksiyonlarından biri olduğunu düşündü. Fikirlerinin anatomik yönlerini hiç geliştirmedi.
Aziz Augustine'nin zamanından on yedinci yüzyıla kadar belleğe ilişkin fikirlerde hemen hemen hiç önemli gelişme olmadı ve on yedinci yüzyılda dahi yeni fikirler doktrinlerle kısıtlanmıştı.
Descartes gibi büyük düşünürler dahi Galen'in temel fikirlerini kabul etti; fakat hayvansal ruhların beyin epifizinden gönderildiğini, beyinde özel yollardan geçerek belleği uyaracakları bölüme geldiklerini düşünüyordu. Bu yollar ne kadar dolaysız olursa, hayvansal ruhlar onlardan geçerken yolların o kadar kolay açılacaklarını düşünüyordu. Belleğin ilerlemesini ve "bellek izleri" olarak bilinen şeyin gelişmesini bu şekilde açıklıyordu. Bellek izi, sinir sisteminde bulunan ve öğrendikten sonra oluşan fiziksel değişikliktir, iz, anımsamamızı sağlar.
Aynı akıma katılan, bellek fikrini düşünen ve tartışan fakat daha evvel söylenmiş olanlara pek bir şey eklemeyen, bir diğer büyük filozof Thomas Hobbes'dı. Bellek ile ilgili fiziksel olmayan açıklamaları reddeden Aristo ile hemfikirdi. Fakat belleğin gerçek doğasını belirtmedi ve onun yerini kesin olarak belirlemek için önemli çaba sarf etmedi.
Özetle, Galen'in ve Kilisenin etkilerinin çok büyük olduğu, on altıncı yüzyıl entelektüellerin teorilerinden belli oluyor. Neredeyse istisnasız tüm bu büyük düşünürler belleğe ilişkin ilkel fikirleri eleştirmeden kabul ettiler.
DERLEYEN... (EDİTÖR)
İletişim:
[email protected]