Kristaller;Tat alma duyumuz hayatın tadını alamayacak kadar hissizleşmiş; çünkü nasıl düş kurulacağım unutmuşuz. Doğal bir kuvars kristali verdiğinde, onu bir süre avucumda tutarak inceledim. Adeta büyülenmiştim. Sadece güzel değildi; sanki boyut içinde boyuta, yansımalar içinde yansımalara sahipti. Onu güneşe doğru kaldırıp bir anlamda onun içine girmek için kendime izin verdim. Altı kenarı vardı ve güneş ışığı onun, gökkuşağının yedi renginin ışığımızı kıran bir prizma rolü oynamasını sağlıyordu.
Bu kristal parçası, onu bana veren kişi için çok şey ifade ediyordu. Kendimi, ne tuttuğumdan habersiz ve bu konuda yetersiz hissederek onu elimde tuttum. Birçok kişiye hitap eden bu madenin güzelliğinin ötesindeki anlamı, önemi neydi? Birçok kişinin birbirine kristaller verdiğini fark etmiştim. Bunlar her renkte ve şekilde kristallerdi. Tüm bunlar ne anlama geliyordu? Kristaller üzerine kitaplar okumaya başladım. Kendilerine ‘kristal işçileri’ adını veren insanlarla tanıştım. Onların bilirkişi raporu geniş ve ayrıntılıydı.
İşte öğrendiklerimin özü:
Dünya da aynen bizim gibi canlı, soluk alan, tekamül eden bir varlıktır. Onun da bizim gibi şüptil enerjilerden oluşan güç alanları vardır. Onun da, kendileriyle birlikte, sürekli alan ve gönderen enerji depoları taşıyan maden damarları, arterleri ve cevherleri vardır. Öğrendiğime göre,
kristaller Dünya'da gömülü olan kozmik enerjinin madeni vericileri ve alıcılarıydılar. Kristaller hakkında bir şeyler okuyup öğrenirken, her nerede bir yer kutsal sayılıyorsa orada geniş kristal yataklarının gömülü olduğunu fark ettim. Folklorumuzda ve Kızılderili kabileleri arasında kristallerin Büyük Ruh'tan gelen yaşam gücünü çoğaltmaya yardımcı olduklarına inanılırdı. Dağ insanları ise kristallerin kozmik sırları insanlara aktardıklarını, bu madenlerin geçmişin düşünce formlarını ve önemli gizemlerini içlerinde sakladıklarını iddia ederlerdi... Öğrendim, dinledim ve merak ettim. Kristallerin bir radyo alıcısındaki ses dalgalarını ya da bir televizyon alıcısındaki ışık dalgalarını güçlendirdiklerini biliyordum. Bunlar ayrıca, insan beyni alıcısındaki bilinç düşünce dalgalarını da güçlendirebilirler miydi? Bunlar aslında kozmik bilincin canlı ifadeleri miydiler? Mısır'dayken, firavunlar zamanında bu yontulmamış kristal taşların işlevinin, meditasyon sırasında, her biri uygun bir şekilde renklendirilen çakra merkezine şifa vermek ve bu merkezi güçlendirmek olduğunu öğrendim. Bu cevherlerin değeri geçen yüzyıllarla birlikte arttı. Bunlar yalnızca az bulundukları için değil, şifa aletleri olarak ihtiyaç duyuldukları için de değerli görünüyorlar. Öğrendiğime göre yakut, kırmızı kök çakranın alanına giren sorunları iyileştirmekte kullanılıyordu. Topaz (bir çeşit sarı safir) ve kırmızımsı akik taşı ise portakal renkli, cinsel çakranın alanına giren sorunları çözümlemekte kullanılıyordu. Sarı safir ve kuvars ise güneş sinirağı için kullanılıyordu. Zümrüt ise kalp için. Boğaz için mavi safir. Üçüncü göz için lacivert taş. Ve taç çakra için de ametist (mor kuvars). Tüm renklerin ışığını içeren beyaz elmaslar ise genellikle daha fazla bir güçlendirme için öteki taşları çevreliyorlardı. O halde, değerli taşlara duyulan hırs esasında güçlendirilmiş bir sağlık ve dengeye kavuşma arzusuna dayalı görünüyor. Kristallerin ve yontulmamış değerli taşların hayatımızla sandığımdan da yakın ve derin bağları vardı.
Kuvars kristali baş değerli taş olarak düşünülür. Şifa verme işlevleri içinde kuvars kristali, yedi ana çakranın en az üç tanesiyle -üçüncü, güneş sinirağı çakrası; dördüncü, kalp çakrası; ve altıncı, üçüncü göz ya da yüz çakrası- birbirine bağlı özelliklere sahiptir. Kristal güçlendirmesiyle bu çakralar taç çakrasına daha etkili bir şekilde bağlanabilirler.
Sanki, bunca insanın, mücevherlerin büyüsüne bu kadar kapılmasının ya da onlara sahip olmak için içinde dayanılmaz bir dürtü duymasının gerçek nedenlerini ortaya çıkarmakta olduğumu hissettim. Bu insanlar, bu çok yüzlü taşların, gelişmiş bir bilince geçit, sağlık veren aletler, kendimizi anlamamızı sağlayacak akıl nuru olduklarını bilinçaltı anlamış görünüyorlardı. Kristaller, sınırsız evrensel bilinçle ilişkili düşünce formlarını yansıtma ve saklama özelliğine sahip görünüyorlar.
Kristaller, neredeyse her kültürde, yüzyıllarca şifa araçları olarak kullanılmışlar. Meditasyonda da bir odak noktası olarak kullanılmışlar ve görünmez ya da eterik enerji titreşimini ve kavramını teyit eden başlıca cevherlerden biri olmuşlardır.
Kuvars kristallerinin ve yontulmamış değerli taşların kullanımı Hindistan'ın kadim uygarlıklarına ve daha öteye, hatta Lemurya'ya (geçmişte, bugün Pasifik Okyanusunun bulunduğu yerde var olduğu söylenen bir kıta) kadar uzanır. O zamanlar bu taşlar düşünceyi güçlendirme sürecinin dayandığı esas olarak kabul edilir ve bunların vasıtasıyla ve elektromanyetik voltaj uygulanmasıyla birlikte, kişinin beyin dalgaları eterler yoluyla yayınlanabilirdi. Kırmızı kristaller ateş enerjisine sahipti. Mavi kristaller ise su enerjisine. Açık kristaller hava enerjisine. İki renkli kristaller ise enerjilerin dengelenmesini temsil ederlerdi. Ayrıca, tohumların yanına yerleştirilen kristaller de, üzerinde meditasyon yapıldıklarında, tohumun büyüme hızını ve ölçüsünü önemli derecede artırıyorlardı. Kitaplar, her şey gibi kristallerin de kendi titreşim oranlarına sahip olduklarını söylüyorlar. Ağır titreşen bir kristal derin meditasyon için harika bir araçtı. Daha hızlı titreşen bir tayfa sahip kristaller ise insanlara kozmik bilincin daha yüksek düzeyleriyle bağlantı kurmalarana yardımcı oluyorlardı.
Kuvars kristalleri diğer birçok tedavinin etkisini artırmak için de kullanılırdı. Örneğin, akupunktur noktaları, ince sapın bir kısmı kuvars kristalle kaplı paslanmaz çelik iğnelerle uyarılırlarsa, tedavinin etkisi artırılmış oluyordu. Bu durumda, iğnelerin harekete geçirmesiyle uyarılan hayat gücü, bu noktayı tıkayan negatif enerjiyi dağıtmaya yardımcı oluyordu.
Yedi çakraya daha çabuk uyum sağlamak için, insanlar yatıp, istenen her çakranın üzerine bir kuvars kristali yerleştiriyor ve bunu karşılayan renk ve titreşim frekansına uyum sağlıyorlardı. Kristal bilincin her çakrayla ilgili idrakinin güçlenme sürecini hızlandırıyordu.
Öğrendiklerim karşısında öylesine büyülendim ki kendim de kristallerle deney yapmaya başladım. Karanlık bir odaya kapanıp bana verilen kristali yüksek bir masanın üzerinde göz seviyesine yerleştirdim. Sonra, onun ardında bir mum yaktım ve kristale en yakın yere oturdum. Gözlerimi kristale dikerek ona olumlu ve sevecen düşünce formları yansıttım. Sonra, onların adeta bana geri yansıdıklarını hissettim. Çok hoş bir duyguydu bu. Sonra, olumsuz, öfke dolu düşünce formlarını denedim. Yine, kristalin aynı duyguları bana geri yansıttığını hissettim. Rahatsız olmuştum. Seçimimi yaptım. Bir saat boyunca kristalin önünde oturup oluşturabildiğim en hoş duygularla ona baktım. Harika bir akşamdı. O gece haftalardan beri ilk kez çok iyi uyudum. Belki de kristal, bir radyodaki ses dalgalarım ya da bir TV'deki ışık dalgalarını güçlendirdiği gibi benim zihnimdeki olumlu düşünce dalgalarını da büyüten güçlü bir aletti.
Bir başka sefer de, bir erkek arkadaşımdan birlikte bir deney yapmamızı istedim. Karanlık bir odada yüzyüze oturduk; aramızdaki cam masanın üzerinde göz seviyesine birkaç tane kuvars kristali yerleştirdik. Yine bir mum yaktım, . ama bu kez mumu kristalin aşağısına (masanın altına) koydum. Sonra pikaba yumuşak bir müzik koydum ve kıkırdamayı kestikten sonra bu aydınlatılmış kristalin içinden birbirimizin gözlerine bakmaya başladık. Bunu yaparken bir yandan da yedi çakramızla uyum sağladık (arkadaşım da kendi ruhsal araştırmasını sürdürüyordu!) ; az sonra ikimiz de, ruhsal düzeyde karşılıklı daha derin bir uyumun oluştuğunu hissettik. Yavaş yavaş, birbirimizin duyarlıklarını daha derin bir anlayışla hissettiğimizi gördük. Özellikle bu işi ciddiye almaya başladığımız andan itibaren bu olağanüstü bir denevune dönüştü. Bu deneyim bir anlamda bizim dostluğumuzu betonla kapladı; o günden bu yana da onunla hep kristallerimizi değiş tokuş ettik.
Tanıdığım birkaç çift de bu tekniği uyguluyor. ‘Direkt olarak çakralarımızın akışını ve bunların gerektirdiği tüm duyguları uyumlu kılmak için çalıştığımızı hissediyoruz’ diyorlar. ‘Bu teknik bizi birbirimizin içsel doğasıyla ilgili daha doğru bir anlayışa ulaştırdı. Yıkıcı tutumlar ortadan kalktı. Yanlış değerler zayıfladı ve ruhsal dürüstlüğün sonucu olarak gelişen duygusal paylaşma, araştıracak cesareti bulmamız aksi takdirde yıllar alacak zor meselelerle yüzleşmemizi sağladı. Bu meselelerle yüzleşince ve bunlar paylaşılınca, bir temizlik gerçekleşti ve daha derin bir uyum meydana geldi. Bugün, kendimi ne zaman keyifsiz ve rahatsız hissetsem, o gün en sevdiğim kristal hangisiyse onu kullanarak çakra sistemimi dengelerim. Burada, kristallerin insanoğluyla neredeyse konuştuklarını söylememe izin verin. Sanki, ‘Ben sana aitim’ der gibidirler. Bununla birlikte insan çok geçmeden hiç kimsenin kristallere sürekli olarak sahip olamayacağını anlar. Onlar ancak kullanıp, tadını çıkarıp başkasına vermek içindir.
Kristallerinizi -içlerinde biriken negatif enerjiden kurtarmak için- aydabir kez temizlemeniz gerekir. (Kristaller pozitif enerjiyi olduğu gibi negatif enerjiyi de biriktirip saklarlar.)
Bu temizleme işlemi çok basittir. Kristali, içinde tuzlu suyla (tercihen masa tuzu yerine deniz tuzuyla) elma sirkesini karıştırdığınız bir kaba batırın ve kabı bir gün boyunca dışarıda, gün ışığında bırakın.
Herhangi bir şifa verici taşla çalışırken, onu kimse ellememiş bile olsa temizlemeniz tavsiye olunur.
Kristallerden, bir kristali televizyonunuzun üzerine koyarak da yararlanabilirsiniz. Bu kristal, renkli TV'nin yaydığı radyasyonu kendine çeker. Ancak onu her üç ayda bir alıp, radyasyonunu boşaltmak için bir gün boyunca deniz tuzunda temizlemelisiniz. Kristali televizyonun üzerinden bir bezle almayı unutmayın, aksi takdirde TV'nin radyasyonunu kendi içinize çekmiş olursunuz.
Kendime şifa verme amacıyla meditasyon yaptığımda renkli bir taşı (önemli olan taşın kalitesi değil rengidir) en çok ilgiye ihtiyaç duyan çakranın üzerine yerleştiririm. (Taşı küçük bir cerrahi bantla o bölgeye yapıştırmanız iyi olur.) Sonra, tıkanmış olduğunu hissettiğim çakraya doğru, taşın renginde ‘soluk alıp vermeye’ başlarım.
Eğer canım bir şeye sıkılmış ya da sinirlenmişsem, güneş sinirağı çakramın yardıma ihtiyacı olduğunu anlarım: Sarı taş. Eğer korkmuşsam, kök çakramın ilgiye ihtiyacı var demektir: Kırmızı taş. Eğer kendimi yaratıcılıktan yoksun hissedersem, portakalrengi bir taş kullanırım ve ikinci çakrama doğru bu rengi imgeleyerek soluk alıp veririm, v.s... İşte holistik şifacılık budur, ya da en azından yöntemlerden biri budur.
Bazıları yontulmamış değerli taşlardan elde edilen iksiri içmeyi tercih ederler. Bu iksir, bir taşı temiz bir suda ve gün ışığında bir gün boyunca tutarak elde edilir. Su taşın titreşimini iletir.
Bununla birlikte, eğer kişi kuvars kristallerini ve yontulmamış değerli taşları kullanmak istiyorsa, gerçek şifanın daha fazla meditasyon ve yaratıcı imgelemeyle geleceğini idrak etmelidir. Bunu sizin yerinize o kristallerin ve değerli taşların yapacaklarına hiç güvenmeyin. Her şey bilincin alıştırmayla uygulanmasına bağlıdır.
Meditasyon ve imgeleme ile ve bir kristalin yardımıyla zihin, beden ve ruh arasında uyum sağlama süreci sizi kendi hastalığınızın etkin bir şifacısı kılar. Zihni sakinleştirerek, susturarak ve ruhun bütünleşmesine ve müdahalesine izin vererek, zihinsel ve bedensel olduğu kadar ruhsal bir düzeyde de işlediğinizi anlar ve çok daha bütünlük içinde kendi özünü ifade eden bir varlık haline gelirsiniz. Bundan dolayı, bilinçli farkındalığınızı faal hale getirerek bedeninizi etkiliyor ve değiştiriyor olursunuz.
Ruhsal farkındalığının artışıyla insan beden frekansını birleştirir ve yükseltir; bu da enerji akışında bir artış sağlar.
Böylece, renk imgelemesiyle meditasyon, çakra merkezlerine yerleştirilen renkli taşlarla meditasyon ve renkli taşlar iksirlerinin içilmesi, kendine şifa vermenin, zihin, beden ve ruh arasında uyum sağlamanın hoş ve süptil yollarıdır. Ama bir kriz sırasında en vasıtasız ve uygun teknik ‘renk soluması’dır. Örneğin, eğer konuklar gelmek üzerelerken akşam yemeğini neden yaktığınızı anlamaya ihtiyaç duyuyorsanız, fırını kapatıp bir dakika kadar gevşemeyi deneyin. Menekşe ya da çivit rengi bir havayı soluduğunuzu hayal edin. Havayı menekşe rengi olarak görmeye çalışın. Bırakın zihninizin gözünde renk kendi parlaklığı içinde yaşasın, siz yine gevşeyip onu içinize çekin. Menekşe rengini soluyarak yalnızca sakinleşmez, ama bu İlahi amacın rengi olduğu için bu yanık et yemeğinde de kozmik bir ders bulabilirsiniz!
Daima yanımda renkli taşlardan oluşan bir kolye taşırım. Eğer mavi solunum dan önce safir mavisini hatırlamaya ihtiyacım varsa, renkli yaşı güneşe kaldırırım (küçük bir taş iyidir), bu maviyi belleğime kaydederim ve hemen bu taşın mavisini soluduğum 'havaya aktarırım.
Pembe solumak son derece sakinleştiricidir. Pembe, insanın İlahiliğinin rengidir. Bazı hapishaneler -örneğin, Attica ve Folsom- artık, özellikle düzeni tümüyle bozulmuş suçluların bulunduğu hücrelerin duvarlarında pembe renk kullanıyorlar. Ruhsal anlamda ilerlemiş çevrelerde bazı kişiler ise insan bedeninde boğaz ve kalp arasında yeni bir enerji merkezinin gelişmekte olduğunu iddia ediyorlar. Bu ‘huzur’ çakrası olarak adlandırılıyor ve renginin pembe olduğu belirtiliyor.
Renk soluma, şifa verici olduğu kadar eğlendiricidir de. Ve sağlık ve uyum için gerekli araçların, yalnızca, bilincimize -onların farkına varması için- izin vermemize bağlı olarak hizmetimizde olduklarını idrak etmek bana hem eğlendirici hem de dokunaklı gelir.
Cleveland seminerinin ertesi günü ünlü Kristal Kafata-sı'nı görmek için Kanada'ya gittim. Kristal Kafatası, onu yetmiş yıl önce Güney Amerika'daki arkeolojik bir kazıda babası Sir Michael Mitchel-Hedges ile birlikte bulan bir kadının gözetimindeydi. Bu kuşkusuz dünyanın harikalarından biriydi ve bir müzede yer alabilecek olağanüstü bir parçaydı; ama Anna, babasına ve kafatasının kazılıp çıkarıldığı ülkenin yerlilerine onunla daima kişisel olarak ilgilenmeye söz vermişti. Bu işe karışan herkes, Kristal Kafatası'nın temasa, ilişkiye, insan himayesi ve ilgisine ihtiyaç duyduğunu anlamıştı.
Anna'nın otuma odasına girdim ve onu, kafatasını kahve masasının üzerinde gördüm. Anna bir el hareketiyle onu elime alıp bakmamı işaret etti. Ben de öyle yaptım. Ağırdı, aşağı yukarı altı kilo ağırlığındaydı. Onu tutar tutmaz, sanki onun bana karşılık verdiğini hissettim. Hoşa gider bir şekilde garip ve alışılmadıktı. Kucağımda kafatasıyla yere oturdum; sonra neden bilmiyorum, onu halının üzerinde yuvarladım. Bundan hoşlanarak güldüğünü hissettiğime yemin edebilirdim. Canlı gibi görünüyordu. Anna, onu tutan herkesin benzer tepkiler gösterdiğini söyledi. Bana gülümsedi ve sessizce odayı terk etti.
Yere uzandım ve kafatasını kaldırıp ışığa tuttum. Bu kristalle kurduğum bağlantı düşüncelerimi güçlendirirken, boyutların ve öteki dünyaların zihin gözümün önünden yüzerek geçtiklerim gördüğümü düşündüm. (Mitchel-Hedges bu kristalin Atlantis Uygarlığı'ndan kalma olduğuna ve binlerce yıldır kimliğini ifade ettiğine ve bugüne aktardığına inanıyordu.) En sonunda yere uzanarak kafatasını göğsüme yerleştirdim ve meditasyon yaptım. Yine onun benimle bağlantı kurduğunu, adeta konuştuğunu hissettim. Başka zamanlara ve başka yerlere ait görüntüler gözlerimin önünde yüzmeye başlamışlardı. Sanki onları görmeye ihtiyacım vardı ve her nasılsa -iç uzuvlara ait bir düzeyde- geçmişimin bazı parçalarına baktığımı ve duygusal enkazı temizlediğimi biliyordum. Bir çeşit uyku-dalgınlığına düştüm ve kendimi bir tür Atlantis tapınağında gördüm. Duvarlar kristaldi ve meditasyon yapan insanlar hem erkek hem dişi görünümlüydüler. Erkeğin ve dişinin mükemmel dengesi. Birden içlerinde babamı gördüm; üzerinde kristal kumaştan yerlere kadar uzanan bir giysi vardı ve bir konuda ders veriyordu. Ama konuşmuyordu. Düşünce aktarımı yoluyla öğretiyordu! Ders, her insandaki yin/dişi ve yang/erkeğin dengelenmesinin önemi üzerineydi. Sonra herkese ikinci çakraya, cinsel merkeze konsantre olmalarını söyledi. Tam o ikinci çakrayı vurgularken, Anna'nın büyük babasının saati ikiyi vurdu. Meditasyondan çıktım. İki saatten beri meditasyon yapıyordum! İnsan eğer serüvene açıksa böyle alternatif gerçeklikler yaşanmaya hazır bekliyorlardı...
DERLEYEN... (EDİTÖR)
İletişim:
[email protected]