Baskı durumlarını ele alırken formülüm basittir: Baskıyı müttefik, stresi düşman olarak kabul ederim. Bu benim hem özel yaşamımda, hem de bir basketbol antrenörü olarak iş hayatımda takip ettiğim bir felsefedir. Evet baskı her zaman herhangi bir şekilde orada durmaktadır. İş yerinde olsun, özel yaşamda olsun tüm yaşamımızın içindedir. Çağdaş yaşamın bir parçasıdır, hızlı tempolu kültürümüzün bir ürünüdür. Bunu inkar etmek sadece kendimizi aldatmaktır. Ama onun performansını olumsuz bir şekilde kontrol etmesine izin vermemeliyiz. Birçok kimse size bir iyi baskı, birde kötü baskı olduğunu söyleyecektir. Buna inanamıyorum. Baskı aslında doğaldır. İyi veya kötü olması sizin bakış açınıza bağlıdır. E-ğer kendi çıkarınıza kullanırsanız iyi baskıdır. Eğer onun sizi kontrol etmesine izin verirseniz kötü baskı veya stres haline gelir. Tıpkı olumlu bir davranış sahibi olmak gibi, her gün baskıyla nasıl başa çıkacağınıza ilişkin bir seçiminiz vardır. Bunu canlandırıcı ve heyeca
Kendimize olan güvenimiz kendimize biçtiğimiz değerdir. O aynaya baktığımız zaman gördüğümüz kişidir.
Bir antrenör olarak uzun yıllar önce, kendisiyle barışık kimselerden önemli şeyler bekleyebileceğinizi öğrendim. Kendilerini zorlayabilirler. Uzun vadeli hedefler koyabilirler. Herkesin gerçekleştirmek istediği hayalleri vardır. Kendine aşırı güveni olanlar risk üstlenenlerdir, ama daha önemlisi, onlar başarılı olanlardır.
Bunun tersi olarak, kendine güveni az olanlar genellikle dikkatlerini yoğunlaştıramayan ve çabucak hüsrana uğrayanlardır. Başarısızlığa meyillidirler, bu tür insanların belirgin özellikleri: disiplin eksikliği, organizasyon beceriksizliği, başladığını bitirememe, mutsuzluk duygusu, eleştiriye karşı duyarlılık, başkalarını kıskanma—gibi bir olumsuzluklar listesidir. İsterseniz bir antrenör, memur, veya iş arkadaşı olun, kendine güveni az olan insanlarla çalışmak zordur, çünkü duygus
Bir şirket konferans salonunda ter içinde sıranızın gelmesini bekliyorsunuz. Ve kuşkusuz, bu büyük danışmanlık işi için hassas biç4mde rekabet olanağınızı ölçüyorsunuz. Sonra, bir kişi ayağa kalkıp sunumunu vermeye hazırlanıyor -ve, ahh! İşte bir kader anı. Kendisi öyle büyük incelik ve özgüvenle hareket ediyor ki salon sessizleşiyor ve kendisi mikrofona yaklaşırken bütün bakışlar ona doğrırtönüyor. Dengeli ve güvenli görünerek, gülümsüyor ve sonra konuşmasına başlıyor. Anında, iyi olduğu açıkça belli oluyor -ve kendisiyle birlikte salondaki herkes de bunu biliyor. Kendi güçlü, ölçülü sesi, rahat ses tonu, belirgin telaffuzlu ve iyi -seçilmiş sözcükleri, hatta şık fakat mütevazı görünümü, kalabalığı cezbeder görünüyor. Vay! Bu kişi kimdir, diye düşünüyorsunuz? Ve bunun sadece ne söylediği ya da nasıl göründüğüne dayanmadığını anlıyorsunuz. Tüm varlığı söz konusudur. Parlak bir kıyafet giymiş olsaydı bile daha fazla çarpıcı olmazdı! Fakat konuşmasını dinledikçe
SBS'ye hazırlanan her öğrencinin kafasında bir numaralı soru günde kaç soru çözmeliyim?
Günde 600 soru çözmek mümkün mü? Mümkün olsa da bu sağlıklı mı? İsterseniz kabaca bir hesap yapalım. Her soru için 1 dakika süre ayrılsa (bu oldukça iyimser bir tahmindir, soru çözerken adaylar daha çok zaman harcarlar.) 600 soru 600 dakika eder. Bu da günün en az 10 saatini soru çözmeyle geçirmek demektir.
Bir öğrencinin hiç ara vermeden çalışmasının olanaksız olduğunu düşünürsek, bu kadar soru çözümü için her gün en az 14–15 saat zaman ayırmak gerekir.
Kişisel kanım şudur ki; sağdan soldan duyduğunuz söylentilere inanmamanız ve kendi yapınıza uygun bir program dâhilinde konu çalışarak soru çözmenizdir. Her birey günde kaç soru çözeceğine de kendisi karar vermelidir. Bazı konular vardır ki 30 soru çözülerek konuyu pekiştirmek mümkünken bazı konular için 300 soru bile yeterli değildir. Ayrıc
Herkes ve her şey yanlış olduğunuzda ısrar ederken, sezgilerinize göre davranmanız güçlü olmanızı gerektirir. İnsanın farklı düşünce akımlarına ve çok değerli ve alkış alan uzmanların ürettiği sağlam kanıtlara tek başına karşı durması zordur. Oysa bazen yapmanız gereken şey tam da budur. İçinizden gelen sese kulak vermeniz ve yapmanızı söylediği şeye güvenmeniz gerekir. Son tahlilde, karar alma sorumluluğu kendi omuzlarınızdadır. Söz konusu olan sizin yaşamınız, aileniz, işiniz, paranız ya da tercihinizdir. Golf sahaları kurmaya başladığımda, sezgilerim bana bunun iyi bir iş kararı olduğunu söylüyordu. Golfa olan tutkum ile sürece ilişkin bilgimi birleştirdiğimde başarılı olacağımı biliyordum. Dünyanın en iyi golf sahası tasarımcısını buldum ve onunla birlikte uzun saatler çalıştım. Sonuçlar çarpıcı oldu, çünkü sezgimle mantığımı başaracağıma olan güvenimle birleştirdim. Bir keresinde bana, ormana girecek olsam yanımda bir kılavuz mu, yoksa bir harita mı bulun
Giriştiğiniz bütün projeler konusunda elinizden geldiğince bilgilenin ve her şeyi öğrenin. Eğer bir anlaşmaya yeterli bilginiz olmadan giriyorsanız zaman ve paranızı çarçur edersiniz. Böyle bir şey oyun kurallarını bilmeden yüksek pey sürerek poker oynamaya benzer—çaresiz kaybedersiniz, çünkü masada süt kuzusunun parasını yutmak için sabırsızlanan çok sayıda köpekbalığı vardır. İş alanınızı inceleyin. Bütün işlerin riski vardır, ama uğraştığınız şey hakkında elinizden geldiğince çok şey öğrenerek bu riski büyük ölçüde azaltmanız mümkündür. Daha iyi kararlar alabilmek ve en iyisi olmak için bilgilenin. Herkes muhatabının en iyisi olmasını ister, hiç kimse aptallarla uğraşmak istemez—paralarını almak isteyenler dışında. Bilgi konusunda komik olan şey şudur: Onu edinmeye başlayınca bağımlısı olursunuz. Daha bilgili oldukça, kavrayışınız iyileştikçe, daha çok uzmanlaşırsınız ve ilgi alanınız tutkuya dönüşür. İnsanlar bilginizi takdir edip size saygı duyarlar. Tavsiye alm
EVDEN KAÇAN ÇOCUKLAR üzerinde yapılan araştırmalarda, zihinsel özürlüleri hariç, hemen hepsinin aileleriyle sorunları olduğu görülmektedir. Ailede şiddetli geçimsizlik, işsizlik, fakirlik, dayak, eğitimsizlik gibi olumsuzluklar öncelikle çocukları etkilemektedir. Çocuklar sıcak aile ortamından, sevgiden, ilgiden ve şefkatten mahrum olarak büyümektedirler. Bu çocuklar kendi ayakları üzerinde duracak yaşa geldikleri zaman sıkıcı aile ortamından, dayaktan, kötü muameleden ve sefaletten kurtulma hayalleri kurmaya başlarlar. İlk fırsatta ellerine bir yerden para geçince, iyi bir iş bulmak, ses veya sinema sanatçısı olmak, kısa yoldan şöhrete kavuşmak ümidiyle evden kaçarlar. Bazı çocuklar, ailenin maddî durumu iyi olduğu halde, anne ve babanın sevgisini denemek için evden kaçarlar. Ancak fazla uzağa gitmeyi göze alamazlar. Genellikle evin bodrumuna, bir akraba veya arkadaş evine sığınır; kısa zamanda geri dönerler. Anne babanın affedemeyeceği bir suç işlediklerinde, karneleri za