Bir yaz mevsimi, kuraklık küçük bir köydeki ekin için tehdit oluşturmaya başladı. Sıcak bir Pazar günü Hoca cemaatine şöyle dedi, 'Bizi yağmur duasından başka hiçbir şey kurtaramaz. Eve gidin, dua edin, inanın ve gelecek pazar Allah yağmur yağdıracağı için teşekkür etmeye hazır olarak gelin.' İnsanlar kendilerine söylenenleri yaptılar ve bir sonraki pazar camiye geldiler. Ama Hoca onları görür görmez kızdı. 'Bugün dua edemeyiz. Henüz yeterince inanmıyorsunuz.' dedi. 'Ama' diye itiraf ettiler, 'Dua ettik ve gerçekten inanıyoruz.' inanmak mı^' diye sordu hoca, 'O zaman nerede şemsiyeleriniz?' Dış dünyamızda bir şeyler olmadan önce, iç dünyamızda bir şeyler olmalıdır. Birisi yazdığınız o hedefi gerçekleştirecek. Bu neden siz olmayasınız? Birisi yapmışsa, siz de yapabilirsiniz. 'O yaptıysa, ben daha iyisini yaparım!' deyin. Koşullar ne olursa olsun
Yaratıcı zekâmızı nasıl kullanabiliriz? Yaratıcılığın önündeki engeller nedir? Bunları aşmak için neler yapabiliriz?
Einstein, her çocuğun bir dahi olarak doğduğunu söylemiştir. Bu dahi yönünüze hala sahipsiniz. Kalbiniz ya da ciğerleriniz kadar sizin bir parçanız. Yalnız kullanılmadığı ölçüde atıl hale dönüşüyor ve karar verdiğinizde, dahinizi uyandırıp kullanımınıza hazır bir hale getirebilirsiniz. Evet, siz bir dahisiniz. Ama yaratıcı zekânızı harekete geçirmek için derinliklerinizde yeterince mevcut olduğuna inanmanız gerekiyor. Yaratıcılığımızı kullanmamayı bir alışkanlık haline getirdik. Şimdi ise yaratıcı gücümüzü aktif hale getirip güçlendireceğiz. Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılıp eşi ve büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek istediğinden söz etti. Müteahhit iyi bir işçisinin emekli olacak olmasına üzüldü Ve ondan, kedisine bir iyilik olarak,
Doğru ile yanlışı ayırt edebildiğimiz halde neden yanlış kararlar alıyoruz? Kararlar alsak bile, neden sonuna kadar arkasında durmuyoruz? "Yarın sabah saat yedi buçukta kalkacağım" dedi genç kız... Sonra ertesi günün programını yaptı... "Duş... Kahvaltı... Evden çıkış..." diye başlayarak.. Önemli bazı ihtiyaçlarını karşılamak üzere alışveriş merkezine gidecekti. Sonra öğle yemeğinde uzun zamandır görmediği bir arkadaşı ile buluşacaktı. Öğleden sonra bir iş randevusu vardı. Saati sabah 7.30'd a çalarken "Duş yapmasam da o-lur" diye düşündü... "Yarım saat daha kestireyim..." Bir yarım saat daha için kahvaltıdan da vazgeçti... Alışveriş mi? O kadar da önemli değildi canım... Ertesi güne kalabilirdi. Öğleye kadar uyuşa ne kadar iyi olacaktı. O kadar sıcak ve çekiciydi ki, yatak... Öğle yemeğinde, arkadaşı ile buluşma mı? Bunca zamandır görüşmemeler de ne olmuştu yani? Birkaç gün sonra yese/er yemeği ne olurdu ki?. Bir telefon eder, yok canım, y
Sormamızın önündeki en büyük engel korkudur. Hayır deseler bile başlangıç noktasından daha kötü bir durumda olmazsınız. Dilimizde insanları ölümden daha fazla korkutan bir kelime vardır; 'Hayır!' Bazılarımız bu cevapla karşılaşmamak için sormayı erteler ya da hiçbir zaman sormaz. Cesaretimizi toplasak bile, tereddüt ederek sorarız. Siz reddedilme korkusuyla, neleri ne zamandır sormayı erteliyorsunuz? DERLEYEN... (EDİTÖR) İletişim:[email protected]
Kendinize ve yeteneklerinize güvenmek iyidir. Ama gururun kötü bir şekli, başkalarından daha iyi olduğunuz hissine kapılmaktır. Gurur engeline takılanlar, kendi kendilerine yeterli olmaları gerektiğini düşünürler. Sormak ya da temek, diğer insanlara ihtiyaçları olduğunu ve diğer insani; yardım ettiklerinde onların üzerinde bir güçleri olacağını düşünürler. Bu hataya düşmeyin, hepimizin yardıma ihtiyaçınız olduğu zamanlar vardır. Ayrıca unutmayın, tek başınız başarılı olamazsınız. Ne kadar çok insandan destek alırsnız, o kadar hızlı yol alırsınız. Bir gün onlar da sizden yardım isteyebilirler. Sormayı ya da tavsiye almayı reddetmek bağımsızlık demek değildir-, 'Ben yeterince güçlüyüm, her şeyle başa çıkabilirim.' tuzağına düşmeyin. Başarılı insanlar, bulundukla noktaya ihtiyaçları olan yardımı tekrar tekrar istemekten çekinmedikleri için gelebildiler. Hiç kimse tek başına başarmaz. DERLEYEN... (EDİTÖR) İletişim:[email protected]
1. Hedeflerin önemini anlamıyoruz. Hedeflerin bize neler katabileceğini ve neleri değiştirebileceğini bilmiyoruz. Eskiden ailenizin yemek masasında, hedeflerden bahsediliyor muydu? Bazı ailelerin sofralarında 3-4 nesildir fakirlik, yoksulluk, yokluk ve hayatın zorluklarından başka bir şey konuşulmuyor. Başka bir yaşam şeklinin mümkün olabileceğini akıllarına bile getirmiyorlar. Sizin çevrenizde, net hedefleri ve bunları gerçekleştirmek için yazılı planları olan ve bu uğurda çalışan insanlar var mı? 2. Nasıl hedef belirleneceğini bilmiyoruz. Bazen hedefimize ulaşmak için yaptığımız planlarda esnek davranmayız ya da öyle hedefler belirleriz ki, bulunduğumuz noktadan oraya ulaşmak neredeyse imkânsız gibidir. Bunun sonucunda kendimizi başarısız görürüz ya da hedef belirlemenin bir yararı olmadığına karar veririz. Eğitim sistemimizde, 15 yıllık eğitim süresince bir saat bile hedef belirleme konusunda bilgi verilmiyor. Bu, eğitim sistemi
Eğitim kurumlarımızda fırsatları görmemizi değil, problemleri çözmemiz öğretiliyor. Siz bugün hangi fırsatları görebilirsiniz? Küçük bir şirkette çalışan sekreter, un ile oje karıştırarak yazım hatalarını düzeltmek için bir sıvı oluşturuyordu. İşyerindeki arkadaşları kendileri için istediler. Derken başka bürodaki çalışanlar da istemeye başladı. Bu kadının daksil üretimi için kurduğu şirket daha sonra Gillette firmasına 47 milyon dolara satıldı. Uzun seneler önce, Hollandalı kuyumcu Nicolas Bensehaten, bir gün nişanlısı dikiş dikerken parmağı dikkatini çeker, iğneyi iten parmağının delik deşik olduğunu görür. Hemen balmumuyla bu parmağın kalıbını alan Bensehaten, birkaç gün sonra nişanlısına, üstünde iğnenin kaymaması için sayısız çukurlar bulunan gümüş bir yüksük getirir. Bütün Hollandalı kızlar böyle bir yüksüğe sahip olmak istediklerinden, kuyumcu Nicolas yüksük işini büyütür ve kısa zamanda hayli zengin olur. Londra'da şarap tüccarlarından birinin i