Not tutma denildiğinde genelde anlaşılan şey, anlatılan ya da okunan konuları olduğu gibi yazıya geçirmektir. Not tutmak, algılanan ve dolayısıyla zihinde yer oluşturan izlenimlerin yazıya kısaca dökülmesi demektir. Zihnin bilgileri hiçbir şekilde olduğu gibi kaydetmediğini bilelim. Zihin, kendine özgü "anlamlandırma" süreçleriyle dış olayları iç olaylarla kaynaştırarak bir bütün oluşturur. Bu özel işlevi nedeniyle zihin, olan bitenlere kendi soyutluğundan anlam vererek, gerek kavramlar, gerek duygusal geçmiş gibi içsel süreçlerle yeni bir bütün yaratmaktadır. Bu yeni bütün, çok karmaşık ve bir o kadar da değişebilme özelliğinde bir yapı gösterir. Böylece, belli bir olaya karşı geliştirmiş olduğumuz içsel ya da dışsal tepki, başka bir zamanda aynı olay karşısında çok farklı bir hal alabilmektedir. Not alırken zihnin bu özelliğini göz önünde bulundurmak çok işinize yarayabilir. Özgüven, burada da karşımıza önemli bir koşul olarak çıkıyor. Öğrenciler genelde düşük özgüven neden
Bu tekniği kullanarak yaşamınızın önündeki engelleri kaldırabilir, duygusal problemlerinizi çözebilir, fiziksel problemlerinizin çözümünü hızlandırabilirsiniz.
Kısa sürede sonuç alınan bu teknik, neredeyse her alanda etkin olarak kullanılıyor. Kullanım alanlarına ilişkin sadeleştirilmiş bir liste:
Duygusal rahatsızlıklar
Olumsuz alışkanlıklar
İlişkiler
Korku ve fobiler
Fiziksel rahatsızlıklar
Eğitim
İş dünyası
Sanat
EFT- Duygusal Özgürlük Teknikleri eğitimiyle ilgili ayrıntılı bilgiye 0 232 422 59 54 numaralı telefondan ya da Buraya tıklamanız yeterlidir
‘Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.’ Kanuni Sultan Süleyman Halkın arasında en büyük makam-mevki, en büyük zenginlik ve rütbe padişah, kral olmaktır. Halbuki bundan çok daha büyük bir nimet vardır. O da bir nefes alacak kadar sıhhatli olmandır. Çünkü kral olsan bile bir nefes alamadığın takdirde ölürsün. Aldığın bir nefesi, geri veremezsen yine ölürsün. Öldükten sonra istersen dünyayı sana versinler ne önemi var! insan sağlıklı olduğu zaman, sıhhatinin değerini anlayamaz. Ne zaman kaybederse, o zaman anlar; fakat iş işten geçmiş olur. Peygamberimiz ümmetini şöyle uyarmaktadır: ‘Beş şey gelmeden, beş şeyin değerini biliniz. 1. Hastalık gelmeden sıhhatin, 2. İhtiyarlık gelmeden gençliğin,
‘Bazıları her şeyi olduğu gibi görür, 'Niçin?' diye sorar. Ben hiç var olmamış şeyleri düşünürüm, 'Neden olmasın?' diye sorarım.’ George Bernard Shaw İnsanın hayatı boyunca kendine devamlı sorular sorması gerekir. Bu soruların en önemlisini Peygamberimiz söylemiştir: ‘Bugün Allah için ne yaptın?’ Bu sorunun cevabını kalbiniz rahat bir şekilde cevaplandırabilirseniz, siz hayatta çok kârlı bir iş yapıyorsunuz demektir. Bunun yanında şu hadis otomatik olarak akla geliyor: ‘İki günü eşit olan aldanmıştır.’ 1. Asıl hedefim nedir? (Üniversite mi, kariyer mi, para mı, hava atmak mı?) 2. Hangi kaynaklara sahip olsaydım, başarısızlık duygusunu yenerdim. Başarılı olanlarla kendimi kıyaslayarak daha iyi çalışırdım. 3. Hedefim gerçekleştiğinde hayatım hangi yönlerden farklılaşacak? (Peygamberimizin ‘Ya ilim öğenin, ya da öğretin veya bunlara yardımcı olun. Kesinlikle dördüncüsü olmayın.’ sözünün ilk ikisine gireceğim. Mimar olacağım, arkadaşlarımın
Öğrencilerin birçoğunda ‘Öğrenilmiş çaresizlik’ vardır. Buna şu örneği verebiliriz: Çevresinden, arkadaşlarından devamlı olarak matematik dersinin zor olduğunu duyan öğrenci, bu derse önyargıyla yaklaşır. Girdiği matematik sınavından da zayıf alırsa şunu söylüyor: ‘Ne yaparsam yapayım matematikten başarılı olamayacağım.’ Bundan sonra da matematik sınavlarına hiç çalışmıyor ve hep zayıf alarak bu düşüncesini iyice pekiştiriyor. ‘Öğrenilmiş çaresizlik’ ile ilgili şu hikâye meşhurdur: Köpekbalığını ortadan cam bölme ile ayrılma büyük bir akvaryuma koyarlar. Diğer tarafa da küçük balıklar koyarları Acıkan köpekbalığı, küçük balıkları yemek için her hamle yapışında burnu cama çarpar. Bunu yüzlerce kez yapınca, artık hiç hareket etmez olur. Bu arada camı kaldırırlar, öbür taraftaki balıklar köpekbalığının önü
‘Birinci Dünya Savaşı'nda dört buçuk sene, Kafkaslarda cepheden cepheye koştuktan ve bu felaketli savaşın bütün sefalet ve sıkıntılarını çektikten sonra, nihayet İstanbul'a terhis edildim. Terhisimin ilk haftalarında müthiş bir avarelik ve kararsızlık içinde kaldım. Ne yapmalı, hayatta nasıl bir yol tutmalıydım? Yarım kalan tahsilime devam mı etmeliydim; yoksa terhis edilen birçok arkadaşlarım gibi tahsilden vazgeçip bir iş hayatına mı atılmalıydım? İçimi kemiren bu tereddüdü yenemiyor, bir türlü karar veremiyordum. Görüp konuştuğum kimseler, hep beni tahsil hayatından soğutuyor ve bir iş tutmaya teşvik ediyordu. Bir ara Sirkeci kahvelerinden birinde genç tüccar hemşerime rastladım. Mal almaya gelmiş; bana ne iş yapacağımı sordu. Ben kararsız olduğumu; fakat gönlümün tahsile yatkın olduğunu söyledim.
- Şaşarım aklına, okuyup da kütüphane faresi olacağına, benim gibi iş yap da para kazan, dedi.
Bilahare hırsın
‘Bence hayat bir nehir gibidir. Çoğu insan bu nehre, sonunda nereye çıkacağını karar vermeden atlar. Böylece çok geçmeden akıntıya kapılır. Günlük olaylar, günlük zorluklar, günlük korkular... Nehrin çatal oluşturduğu yerlere vardıklarında, hangi tarafa gitmek istediklerine bilinçli bir şekilde karar vermezler, kendileri için hangi tarafın uygun olduğunu düşünmezler. Kendilerini akıntıya bırakmakla yetinirler. Kendi değerleriyle yönetilmek yerine çevre tarafından yönetilen o insan kalabalığına katılırlar. Sonuç olarak, kontrolün kendi ellerinde olmadığını hissederler. Böyle bilinçsiz bir durumda kalmayı sürdürürler. Ta ki günün birinde kükreyen suların sesi, onları uyandırana kadar. Bakarlar ki, küreksiz kayığın içinde, Niagara çağlayanından beş metre gerideler. O anda hay Allah derler ama iş işten geçmiştir. Aşağıya düşeceklerdir. Bu düşüş bazen duygusal bir düşüştür. Bazen fiziksel bir düşüştür. Hayatınızda bugün yüz yüze olduğunuz güçlükler, büyük ihtimalle, nehrin yukarısınday