Psikoanaliz geleneksel bir terapi şeklidir. Terapi esnasında kişi aynı filmlerde gördüğümüz gibi kanepeye yatırılır, terapist kişinin görüş alanının dışında kalır. Psikanalizin amacı, bilinçdışında yatan çelişkileri bilinç düzeyine çıkarmak ve bir çözüme ulaştırmaktır. Terapist kişinin bilinçdışındaki çelişkilerini bilinç düzeyine çıkarır ve bunları kabullenmesini sağlar.
Kişinin bilinçaltının derinliklerine gömülmüş ve anıldığında acı veren yaşantılar hatırlanmaz. Gerek bilinç gerekse bilinçaltı, sıkıntıların yüzeye gelmesini engeller, direnç geliştirir. Bu direncin çözülmesi önemlidir ve oldukça uzun bir yol izlenmesine sebebiyet verebilir. Acı veren durum, yüzeye çıktığında kişinin kaldıramayacağı kadar ağır bir etki yaratacaksa çözüm konusunda çok dikkatli olunmalıdır. Bunu psikoanaliz eğitimi almış bir kişinin yapması gerekir. Yani terapistin ciddi bir eğitimden geçmiş olması önemlidir.
Psikoanalizin bilinçaltında y
Kontrol edilen kişi bir robot değildir. Kişiler toplumların mekanik kuklaları veya kültürlerinin hareketsiz ürünleri değildir. Sosyalizasyon genellikle kişiye dışından dayatılan bir süreçtir ve kişi üzerinde etkilidir. Fakat unutmayalım ki hem süreçlerin hem de durumların aktörü kişidir. Kişi sosyalizasyon sürecine ve kültürel durumlara tepkide bulunur ve bunlar içinde eylemde bulunur.
Yukarıda kişinin düşünen ve karar veren canlı olduğunu belirtmiştik. Kişi soyut bilgi bîriktirebilir ve bu bilgiyi planlama ve kendini yönlendirme için kullanma yeteneğine sahiptir. Kişinin kültürel güçlerin zavallı bir kurbanı olmaktan fazla bir şey olmadığını sanmak bilimsel açıdan saçmadır. Ancak şurası da açıktır ki, kişi sosyal alışkıların yaratışıdır. Kişi her düşünce ve hareketi planlayabilir ve yansıtabilir. Rutin davranışlara kendini uyarladığı zaman yaşamın çok daha basitleşeceğini bilir.
Bu ör
Sevinç ve ümit içinde yaşayanlar hayatta en iyi başarıları elde etmişlerdir. Bunlar bu fani hayatın iyilik ve kötülüklerini mertçe karşılamışlar, saadet ve felakete aynı metanetle göğüs germişler, dudaklarında tebessüm eksik olmaksızın ilerlemişlerdir. CHARLES KİNCSLEY
İyimserlik inancın görünen şeklidir. İnanç ve ümit olmadıkça hiçbir şey yapılamaz. HELEN KELLER
Neşeli insanda yaratıcı bir kudret vardır, bunu kötümser insanda bulmak mümkün değildir. İyimser bir mizaç kadar hayatı güzelleştiren, hayatın acılarını gideren, başarı yollarının sarplığını düzlüğe çeviren bir şey yoktur. Sevinçli bir kimse ile kederli bir kimseyi eşit kabiliyette far zedersek birincisinin verim gücü ikincisinden kat kat üstündür. Neşe ruhun güç kaynağıdır. Tasaları, sürtüşmeleri, hoş olmayan hadiseleri yumuşatan bir merhemdir. Neşeli mizaçlı insanın vücut makinası karamsar i
Gülümsediğiniz zaman o da size gülümser, kaşlarınızı çattığınız zaman o da size kaşlarını çatar. Şarkı söylerseniz şen ortamlara çağrılırsınız. Düşünürsen iz düşünenlerin arasına kabul edilirsiniz. Dünyayı severseniz etraftnızda sizi seven insanlar bulacaksınız ve tabiat bütün hazinelerini önünüze serecektir. Tasayı aramak, karşılamak, büyütmek ve geliştirmek sanatını iş edinen insanların sayısı şaşılacak kadar çoktur. Bunlar bu işte daima başarılı olurlar, zira üzüntü arayan kimse onu mutlaka bulur. Zihnini üzüntüye açık bırakması yeterlidir. Anlatılanlara göre, Batı Amerika' da büyük ormanlar tarla haline getirilirken bellerinde tabanca ve bıçak taşıyan muhacir işçiler arkadaşlarıyla sık sık kavgaya tutuşurlarmış. Silahsız göçmenler ise pek nadir çatışırlarmış. Silahlı adamın silaha davranmasına sebep olan bir hadiseri silahsız adam sözle kolayca halledermiş, çünkü silahsız göçmenler çalışırlarken silahlarına değil hoşgörülerine ve şen mizaçlarına güvenerek ç
‘Bence hayat bir nehir gibidir. Çoğu insan bu nehre, sonunda nereye çıkacağını karar vermeden atlar. Böylece çok geçmeden akıntıya kapılır. Günlük olaylar, günlük zorluklar, günlük korkular... Nehrin çatal oluşturduğu yerlere vardıklarında, hangi tarafa gitmek istediklerine bilinçli bir şekilde karar vermezler, kendileri için hangi tarafın uygun olduğunu düşünmezler. Kendilerini akıntıya bırakmakla yetinirler. Kendi değerleriyle yönetilmek yerine çevre tarafından yönetilen o insan kalabalığına katılırlar. Sonuç olarak, kontrolün kendi ellerinde olmadığını hissederler. Böyle bilinçsiz bir durumda kalmayı sürdürürler. Ta ki günün birinde kükreyen suların sesi, onları uyandırana kadar. Bakarlar ki, küreksiz kayığın içinde, Niagara çağlayanından beş metre gerideler. O anda hay Allah derler ama iş işten geçmiştir. Aşağıya düşeceklerdir. Bu düşüş bazen duygusal bir düşüştür. Bazen fiziksel bir düşüştür. Hayatınızda bugün yüz yüze olduğunuz güçlükler, büyük ihtimalle, nehrin yukarısınday
‘Hür irade, konuyu bilerek karar verme gücünden başka bir şey dedin’ SOKRAT, öğrencilerini yetiştirirken: ‘Okuduklarınızı ve duyduklarınızı değil, kendi düşüncelerinizi, kendi içinizde olup bitenleri söyleyin. Başkalarının ağaçlarından meyve yeme alışkanlığından sıyrılarak, kendi bahçenizin fidanlarını yetiştirin. İşte o zaman, meyve yemenin zevkini tadacaksınız’ diyerek, öğrencilerinin kendi kişiliklerini ve iradelerini özgür düşünce ortamında geliştirmeye yöneltmiştir. insanlarda karar alma ve kararı yerine getirebilme özgürlüğü vardır. Karar alma birkaç olanak karşısında bunlardan birini seçebilme serbestisidir. İnsan bu yetkiyi küçüklüğünden beri kendinde bulur. Dolayısıyla düşünce özgürlüğü ve bunu uygulama yani hür irade doğal olarak insanda doğuştan vardır. Ancak hür irade; insanın her istediğini yapması, başkalarının zararına da olsa her düşündüğünü uygulamaya koyabilmesi değildir. Oysa hangi tür özgürlük olursa olsun, insanlara hiç bir zaman ve mekânda sınırsız
Sosyal davranışlar, büyük ölçüde neyin doğru neyin yanlış olduğuna ilişkin ahlaki değerler tarafından tayin edilir. Sosyal kurallar ve ahlaki değerler öğrenme sonucu kazanılmaktadır.
* Freud'un Ahlâk gelişimine yaklaşımı:
Freud'a göre ahlak gelişimi, cinsellik ve saldırganlık olarak belirlenen güdülerle, sosyal engeller, yasaklamalar arasında sağlıklı bir dengenin kurulmasıyla oluşur.
* Piaget ve Kohlberg'in yaklaşımı:
İki bilim adamı da, ahlak gelişimi ile ilgili yargıların bilişsel gelişime paralel olarak geliştiğini öne sürerler.
Piaget, ahlak yargılarının, başkalarına bağımlılık aşamasından, kendine bağımlılık aşamasına doğru geliştiğini öne sürer.
Kohlberg, çocukların ahlaki ikilemleri nasıl yargıladığını incelemiş ve bulgularının ışığında ahlak yargılarının gelişmesine ilişkin bili