Televizyon kremalı bir tatmindir. Zihnimizi, ilgimizi dağıtır, kısacası bizi hayatımızın özünden başka yöne çeker. Süpermarkete ettiğiniz zaman her reyondan bir şeyler alır mısınız? Elbette ki almazsınız. Sadece almak istediğiniz bir şeyin reyonuna gidersiniz, ihtiyacınız olmayanınkine değil. Fakat televizyon seyrederken her reyondan -bir şeyler- alın planını izleriz. Günlerden pazartesi ise televizyon seyrederiz. Salı günü yine televizyon izleriz. Çarşamba günü de aynı şeyi yaparız. Her gün olmasa bile çok sık televizyon seyrederiz, çünkü genellikle görmek istediğimiz bir şey vardır. Televizyon seyrederken kendinize şunu sorun: ‘Bu benim görmek istediğim şey mi? Bu program olmasaydı yine de yapılır mıydı diye sorar mıydım?’ Psikologlar çok fazla televizyon seyreden insanların bir konuşmayı devam ettirme yeteneklerine televizyonun engel olduğunu keşfetmişlerdir. Bit psikolog da. ‘Televizyon bizim zamanımızı çalıyor ve çaldığı zamanı da hiçbir şekilde geri vermiyor,’
Bu tür savlar şu şekilde olur: "X'in kötü olduğunu itiraf ediyorum ama Y daha kötü, dolayısıyla X'le ilgili bir şey yapmanın anlamı yok," veya "X'in iyi olduğunu itiraf ediyorum ama Y daha iyi, dolayısıyla X'i unutup, Y'ye dikkatimizi yoğunlaştıralım." Bu savların dürüst olmaması, "her ikisi - ve" şeklindeki yaratıcı düşünce yerine "ikisinden biri - veya" şeklindeki kısıtlayıcı düşünceye dayanmasındadır. Eğer hem X hem Y kötü ise, ikisiyle de uğraşmak gerekir. Benzeri şekilde hem X hem Y iyi ise, her ikisi teşvik ' edilmelidir. Dolayısıyla şehirde suç oranı yüksek ve konut koşulları kötüyse, aynı zamanda her iki sorunla da uğraşılabilir. Hem uzay hakkında merakımızı giderme gereksinimi hem de daha iyi tıbbi olanaklara gereksinim varsa, yine her ikisi aynı zamanda araştırılabilir. Zamanın kısıtlı oluşu nedeniyle tek bir eylemin mümkün olduğu nadir durumlarda bile, "her ikisi - ve" savı yine de geçerlidir. Bu durumlarda en önemli konuyla önce uğraşılır ve ikinci konuyl
Bir yaz mevsimi, kuraklık küçük bir köydeki ekin için tehdit oluşturmaya başladı. Sıcak bir Pazar günü Hoca cemaatine şöyle dedi, 'Bizi yağmur duasından başka hiçbir şey kurtaramaz. Eve gidin, dua edin, inanın ve gelecek pazar Allah yağmur yağdıracağı için teşekkür etmeye hazır olarak gelin.' İnsanlar kendilerine söylenenleri yaptılar ve bir sonraki pazar camiye geldiler. Ama Hoca onları görür görmez kızdı. 'Bugün dua edemeyiz. Henüz yeterince inanmıyorsunuz.' dedi. 'Ama' diye itiraf ettiler, 'Dua ettik ve gerçekten inanıyoruz.' inanmak mı^' diye sordu hoca, 'O zaman nerede şemsiyeleriniz?' Dış dünyamızda bir şeyler olmadan önce, iç dünyamızda bir şeyler olmalıdır. Birisi yazdığınız o hedefi gerçekleştirecek. Bu neden siz olmayasınız? Birisi yapmışsa, siz de yapabilirsiniz. 'O yaptıysa, ben daha iyisini yaparım!' deyin. Koşullar ne olursa olsun
Yaratıcı zekâmızı nasıl kullanabiliriz? Yaratıcılığın önündeki engeller nedir? Bunları aşmak için neler yapabiliriz?
Einstein, her çocuğun bir dahi olarak doğduğunu söylemiştir. Bu dahi yönünüze hala sahipsiniz. Kalbiniz ya da ciğerleriniz kadar sizin bir parçanız. Yalnız kullanılmadığı ölçüde atıl hale dönüşüyor ve karar verdiğinizde, dahinizi uyandırıp kullanımınıza hazır bir hale getirebilirsiniz. Evet, siz bir dahisiniz. Ama yaratıcı zekânızı harekete geçirmek için derinliklerinizde yeterince mevcut olduğuna inanmanız gerekiyor. Yaratıcılığımızı kullanmamayı bir alışkanlık haline getirdik. Şimdi ise yaratıcı gücümüzü aktif hale getirip güçlendireceğiz. Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılıp eşi ve büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek istediğinden söz etti. Müteahhit iyi bir işçisinin emekli olacak olmasına üzüldü Ve ondan, kedisine bir iyilik olarak,
1953 yılında Yale üniversitesinde, yeni mezunlar arasında bir araştırma yapıldı. Hedefleri olup olmadığı, bunları gerçekleştirmek için detaylı ve yazılı planları olup olmadığı soruldu. Mezunların sadece yüzde 3'ünün yazılı hedefleri ve bunları gerçekleştirmek için planları vardı. 1973 20 yıl sonra, aynı sınıftan mezun olanlarla tekrar görüşüldü. O yıl mezun olan yüzde 3'lük kısım içinde yer alanların hepsinin hedeflerini gerçekleştirdikleri, hatta mal varlıkların toplamının, diğer yüzde 97'lik kısmın malvarlıkları toplamından daha fazla olduğu görüldü. Aynı seviyede zekâya, aile geçmişine, dış görünüşe, okul notlarına sahip insanların başarı seviyesindeki fark, her zaman hedef saptayıp, bu doğrultuda çalışandan yanadır. ikinci dünya savaşından sonra Japonya'da hükümet ile işadamları bir araya geldiler ve 1950'li yıllar için bir hedef belirlediler; Tekstil sektöründe dünyada bir numara olacağız.' dediler. Ve oldular. 1955'te 1960'lı yıllar için hedeflerin
1. Hedeflerin önemini anlamıyoruz. Hedeflerin bize neler katabileceğini ve neleri değiştirebileceğini bilmiyoruz. Eskiden ailenizin yemek masasında, hedeflerden bahsediliyor muydu? Bazı ailelerin sofralarında 3-4 nesildir fakirlik, yoksulluk, yokluk ve hayatın zorluklarından başka bir şey konuşulmuyor. Başka bir yaşam şeklinin mümkün olabileceğini akıllarına bile getirmiyorlar. Sizin çevrenizde, net hedefleri ve bunları gerçekleştirmek için yazılı planları olan ve bu uğurda çalışan insanlar var mı? 2. Nasıl hedef belirleneceğini bilmiyoruz. Bazen hedefimize ulaşmak için yaptığımız planlarda esnek davranmayız ya da öyle hedefler belirleriz ki, bulunduğumuz noktadan oraya ulaşmak neredeyse imkânsız gibidir. Bunun sonucunda kendimizi başarısız görürüz ya da hedef belirlemenin bir yararı olmadığına karar veririz. Eğitim sistemimizde, 15 yıllık eğitim süresince bir saat bile hedef belirleme konusunda bilgi verilmiyor. Bu, eğitim sistemi
Ailelerimiz kararları kendimiz verirsek hata yapacağımız düşüncesini bize aşıladılar ve bizim yerimize kararlar aldılar. Hata yapmanın, öğrenmenin bir yolu olduğu öğretilmedi bizlere. Riske girmememiz gerektiği defalarca hatırlatıldı. Bize içgüdülerimize kulak asmamamız gerektiği vurgulandı. İçgüdüyü olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir unsur ya da başına buyruk bir şey olarak görmemek gerekir. İçgüdüler, sahip olduğumuz bilgi ve tecrübeyle beslenir. Eskiden hep başkalarının düşüncelerine göre hareket ederdim. Olumsuz bir sonuç aldığımda ve aslında ilk başta içime doğan seçeneği değerlendirilmiş olmam gerektiğini gördüğümde, 'Biliyordum!' derdim, ama dersler çıkartmazdım. Şimdi ise içimdeki sese kulak veriyorum. Bir karar arifesinde danıştığım birçok kişinin bir seçenekte karar kılmasına rağmen, farklı yönde kararlar aldığım zamanlar olur. Herkese göre çok mantıklı bir seçenek gibi görünmese de içgüdülerimi takip ediyorum. Çoğu durumda da kararlarımda haklı çıkı